hareketlı gül | |
VEDA HUTBESİ | |
HADİS | HADİSİ ŞERİF | |
|
yaziciya@hotmail.com |
|
|
| TEVHİD NEDİR? | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
mecnun Admin
Mesaj Sayısı : 515 Kayıt tarihi : 28/03/09 Yaş : 54 Nerden : İSTANBUL / KARTAL
| Konu: TEVHİD NEDİR? Çarş. Nis. 08, 2009 10:28 pm | |
| Tevhid
Bu isim, günümüzde konuşma ve tartışma sanatını bilmek, karşı tarafın çelişkilerini yakalamak, bunlar üzerinde çene çalmak, itikad konularında şüpheler uyandırmak ve faraziyeler kurmak anlamında kullanılmaktadır. Bu yüzden, Mu'tezile taifesi kendilerine "adl ve tevhid ehli" ismini koymuşlardır. Halbuki, bunların uğraştıkları bu tartışma ve çene çalma olayı (tabir caizse, din ilminde gevezelik) ilk asırda yoktu ve o hayırlı dönemin müslümanları (ashâb), itikad konularında tartışma ve fikir yürütme kapısını açmak isteyenleri şiddetle azarlayıp kötülerlerdi. Onlar, aklın sınırını zorlayarak ve hatta yıkarak Allah ve gaybla ilgili itikad konularını (iman esaslarını) kurcalamak yerine, Kur'ân'ın açık olan ve akılların kolaylıkla kavrayıp kabul ettiği âyetlerine tâbi olur ve onun açıklamalarıyla yetinirlerdi. Onların tevhidle ilgili bilgileri Kur’ân’ın bildirdiği kesin hakikatlerden oluşurdu. Bu sebeple, onlara göre tevhid, esbap ve vasıtaları tesir ve etki gücünden tecrit etmek ve bütün işleri, hayır ve şerri Allah Teâlâ'dan bilmekti. Bu şerefli ve yüce bilginin meyvesi ve eseri ise, Allah Teâlâ'dan korkmak, O'ndan ümit etmek, O'na tevekkül etmek ve O'na ibadet etmek, O'nun her türlü hükmüne rıza ve teslimiyet göstermek ve mahlukları ilâhlaştırmaktan sakınmaktı. Bu tevhid anlayışından dolayıdır ki, Hz. Ebu Bekir (ra) hastalanınca ona:
"-Bir doktor getirelim." demişler. Kendisi:
"-Doktor beni hasta etti." demiştir. Başka bir zata:
"-Doktora göründün mü?" diye sormuşlar.
"-Göründüm." demiştir.
"-Sana ne dedi?" diye sormuşlar.
"-Ben her dediğimi yaparım."dedi." demiştir.
Bu anlayış tevhidin özüdür. Tevhid özünün iki kabuğu vardır. Genellikle insanlar, özü bırakıp bu kabuklarla yetinirler. Kabuklardan birisi, manasıyla hem-hal olmadan "lâ ilahe illallah" sözünü söylemektir. Bu sözü gerçekten inanmış olan müslümanlar da, içi dışı bir olmayan münafıklar da söylerler. Bu o demektir ki, iş bu sözü söylemekle bitmiyor. İkinci kabuk ise, bu sözden sadece müşrik ve hırıstiyanların yaptıkları gibi Allah'ı bırakıp put ve heykellere ibadet edilemeyeceği mânasını anlamaktır. Tevhidin özü ise, işaret ettiğimiz gibi, sebep ve vasıtaları aradan çıkarıp âlemde olup biten büyük küçük bütün işleri, yaratmak ve takdir etmek cihetiyle Allah Teâlâ'dan bilmek ve nefsine uymayı bırakarak mutlak bir şekilde O'na itaat etmektir. Çünkü bu itâatten kendi nefsine pay ayırmak ve bazı işlerde ona uymak onu ilâhlaştırmaktır. Bu ise, "Allah'tan başka ilâh yoktur" sözüne aykırı hareket etmektir. Bu sebeple, Allah Teâlâ bunu yapanları kötüleyerek, "Nefislerine uyanları görüyor musun?" (Câsiye, 23) buyurmuş; Allah Rasûlü (sa) da, "Allah katında, yeryüzünde ibadet edilen ilâhların en iğrenci nefistir." (Taberanî) demiştir. Derince düşünüldüğü zaman görülür ki, putlara tapanlar da aslında kendi nefislerine tapıyorlar. Çünkü, bunu kendilerinden isteyen ve bu işten zevk alan kendi nefisleridir. Bu sebeple, kendi nefislerine uydukları halde "Lâ ilahe illallah" diyenler, gerçek tevhide ulaşmış değillerdir. Bunlar mânayı bırakıp lafızda, özü bırakıp kabukta kalmışlardır. Bunların bu halde bu sözü söylemeleri de bir yalancılıktır.
(Ancak bu hüküm bâtın ilmine dahildir ve bir gaybtır. Bu sebeple, kimse "lâ ilahe illallah" diyen ve müslüman olduğunu söyleyen bir kimseye "Sen nefsine uyuyorsun ve hatta tapıyorsun. Onun için müslüman değilsin."diyemez. Dediği takdirde haddini aşmış ve kendisini Allah yerine koymuş olur. Bunun vebali ise çok büyüktür. Çünkü gaybı bilmek ve ona göre yargılamak Allah Teâlâ'ya mahsus sıfatlardır. Bundan dolayı, gaybla ilgili dinî hükümleri açıklamak caizdir, fakat onları yargı konusu yapmak caiz değildir. Onun için, meselâ, "Şu kötü fiil ve huyları olan kimseler münafıktırlar." denebilir. Fakat "O fiil ve huyları taşıyan falan adam münafıktır." denemez. Çünkü bu, hüküm alanına girer. Hüküm ise Allah Teâlâ’ya mahsustur. "Hüküm ve hâkimiyet Allah'ındır." diyerek ortalığı velveleye veren bir takım kimseler, şuna kâfir, berikine münafık demek suretiyle Allah'a âit olan hükmü kullanmış ve kendi davalarını kendileri bozmuş olurlar.)
Bu yalancılığın bir örneği de odur ki, bir çok kimse namazlarında "Yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim." dedikleri halde, yüzleri ve gönülleri Allah Teâlâ'ya değil, dünya işlerine, mal, şöhret ve nimetlere yöneliktir.
Allah Teâlâ'ya yönelmiş gerçek muvahhid, yalnızca O'nu görür ve bütün kalbiyle O'na döner. Diliyle söylediği sözleri de yaşadığı hakikatlerin bir tercümesi ve ifadesi olarak söyler. Kur'ân-ı Kerim'de de buna işaret edilerek, "Allah, de ve onları (gerçek muvahhid olmayanları) bırak, bâtıl içinde oyalansınlar!" (En'âm, 91) buyurulmuştur.
Hiç şüphe yoktur ki, Allah Teâlâ dile değil, kalbe ve gerçek duruma bakar. Bunu için, tevhidin yalnızca dilde değil, aynı zamanda kalpte ve tatbikatta da olması lâzımdır.
(Tevhidi yanlış mânalara çeken ve onu bozan taifelerden birisi de sufilerdir. Kendilerini hakikî tevhidin ehli ve temsilcisi durumunda görmelerine rağmen, bu taifenin küçümsenemeyen bir kısmı, tevhidle yüz seksen derece zıt olan anlayışlara sapmışlardır. Bu yanlış anlayışların başında da, velîlere Allah'ın mülkünde tasarruf hakkı tanımaları ve Allah’ı bırakıp veya onunla birlikte velilerden medet ve himmet dilemeleridir. Halbuki Kur'ân-ı Kerim'deki yüzlerce âyet Allah Teâlâ’nın mülkünde sadece O'nun tasarruf ettiğini ve yalnızca O'ndan yardım ve medet istenebileceğini açıkça ve ısrarla söyleyip durmaktadır. Velîlerden medet ve himmet bekleme anlayışı hıristiyanlıktan gelmedir. Çünkü hıristiyanlar, azizleri, ilâh kabul ettikleri Hz. İsa'nın vekilleri olarak görürler. Dolayısıyla onun ilâhlık tasarruf ve yetkilerinin de vekillerine geçtiğine inanırlar. İslâm akidesine göre ise, hiçbir peygamber ilâh değildir. Böyle olunca da ne onda, ne de onun vekil ve vârisleri olan âlim ve sarihlerde uluhiyet yetkisi yoktur. Himmetten maksat duâ etmek ise, duâ haktır. Ancak, duaya himmet ve tasarruf ismini kullanmak yanlıştır. Duâ etmek kulluk vasfı iken, himmet ve tasarruf etmek ilâhlık vasfıdır.) | |
| | | | TEVHİD NEDİR? | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |