GÜLLERİN EFENDİSİNE
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

GÜL AŞIKLARI DİYARI,İSLAMİ BİLGİLER,İSLAM ADINA HERŞEY
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap
hareketlı gül
VEDA HUTBESİ

 

Veda Hutbesi

Bismillahirrahmanirrahim

EY İNSANLAR!

Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

İNSANLAR!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


ASHABIM!

Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


ASHABIM!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

ASHABIM!

Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


İNSANLAR!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

İNSANLAR!


Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


MÜ'MİNLER!


Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah cc Kitabı Kur'andır.

MÜ'MİNLER!

Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


ASHABIM!

Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

İNSANLAR!

Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

İNSANLAR!

Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

İNSANLAR!

Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

"-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

Şahid ol yâ Rab!

Şahid ol yâ Rab!

Şahid ol yâ Rab!

HADİS

HADİSİ ŞERİF

 

------

SAKIN HA CAHİLLERDEN OLMA.EN'AM.35.
HESAPLARI YAKLAŞTI,AMA İNSANLAR HALA GAFLETTE.ALDIRMIYORLAR. ENBİYA.21.1
HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLURMU.?ZUMER.9

ALLAH KATINDA,SABAH-AKŞAM İLİMLE MEŞGUL OLMAK,ALLAH YOLUNDA CİHAT ETMEKTEN DAHA ÜSTÜNDÜR.K.UMMAL.H.20240

Go Speed Slow Stop

yaziciya@hotmail.com

 

 MAHMUT ESAD SOHBETİ. 2

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
mecnun
Admin
Admin
mecnun


Mesaj Sayısı : 515
Kayıt tarihi : 28/03/09
Yaş : 54
Nerden : İSTANBUL / KARTAL

MAHMUT ESAD SOHBETİ. 2 Empty
MesajKonu: MAHMUT ESAD SOHBETİ. 2   MAHMUT ESAD SOHBETİ. 2 EmptyÇarş. Nis. 01, 2009 9:24 am

Bu arzular beş kademede oluyor:

1. Küçükken büluğ çağına kadar; yemek, içmek, tatlı, tuzlu, ekşi...

Ben bizim toruna soruyorum, elinden tutup bakkala götüreyim; ne istersin diyorum. "Jips" diyor, "Tombi" diyor. Yâni yeme içme arzusu... Çocuklarda bu böyle...

2. Büluğ çağına gelince; o zaman nişanlanmak, evlenmek arzusu... Birisini istemek veya istenmek... İstenmediği zaman üzülür filân... Bu arzular çok kuvvetli... Bunlar insanlara çok günahlar işlettiriyor.

Yeme içme de çok günah işlettiriyor; haram yedirtiyor, çaldırtıyor ve sâire... Bu arzular da çok kuvvetli...

3. Normal yollarla nikâhlanıp yuva kurmuş olsa; yuva kuruldu ya, kira var, giyim kuşam masrafları var... Hanımın istekleri var, çocukların ihtiyaçları var... O zaman işin içine para giriyor, mal mülk isteği geliyor.

Bunu da herkes seviyor. Parayı sevmeyen, malı mülkü sevmeyen insan yok...

Bu da nefsin arzusu, bu da kuvvetli bir arzu... "Malım mülküm çok olsun, param pulum çok olsun; onlarla neler yaparım!" diye bu arzular var... Bu da insanlara çok kötülükler yaptırtıyor.

4. Ondan sonra parası pulu olursa; "Paran var, her şeyin var... Niye bir partiye girip de şöyle milletvekili filân olmuyorsun?" filân diye, bu sefer mevki makam hırsı başlıyor insanlarda...

Bu da çok kuvvetli bir arzu... O mevki ve makamlar çok kulisler oluyor, çok gizli mücadeleler oluyor, ayak kaydırmalar oluyor, çelmelemeler oluyor, karalamalar oluyor, kötülemeler oluyor, entrikalar oluyor, ihtilaller oluyor... Padişahın oğlu babasına isyan edip, babasını tahttan indiriyor. Babacığı, nasıl olur?.. "İn aşağı, ben oturacağım oraya!.." diyor, babasını aşağıya indiriyor.

5. Sonra, bu mevki makam sevgisinden sonra bir de en büyük olmak, başkan olmak arzusu oluyor; buna da hubb-u riyâset deniliyor. Makam mevki hırsının daha ileri derecesi...

--İşte canım sen de bir milletvekilisin!

--İyi ama, milletvekiliyim ama, parti başkanının emrindeyim.

Şimdi çok şakacı bir profesör kardeşimiz var burda... Kendisine dört beş partiden milletvekili olsun diye teklif yapılmış. Demiş ki: "Ben böyle, milletvekilleri emme basma tulumba gibi yaptığı için bu meclise girmem!" demiş. Yâni, "Salla başını al maaşını tarzında olduğundan, istemem!.. Çözüm getirecek olsa, böyle bir meclise girerim ama, bu haliyle girmem!" demiş.

Milletvekili ama yetmiyor, müdür ama yetmiyor; başkan olmak arzusu geliyor. Böyle gidiyor işte...

Başkan olduğu zaman da; Yavuz Sultan Selim şöyle dünya haritasına bakmış, "İki hükümdar için az!" demiş. Bir tane olacak, başka olmayacak... Yâ, o da kıyıda bir yere hükmetse?.. "Hayır, iki hükümdar için az!.." demiş. Yâni, koca dünyayı azımsamış. İşte insan böyle en yüksek olmak istiyor.

Bunların hepsine arzular, hevesler, şehevat-ı nefsâniye diyoruz, hevâ ve heves diyoruz. Bunları dedelerimiz bize öğretmiş de, biz biliyoruz. Bunu Avrupalı, Amerikalı filân bilmiyor. Nefsi de bilmiyorlar. Nefis ne demek, nefis nasıl bir düşman; onu bilmiyor onlar...

Evet işte bunları yenmek gerekiyor, bunun için bir çalışma yapmak gerekiyor. Bu nefsi yenmenin metodlarını uygulamak gerekiyor.

Tabii, insan nefsini yense, bilge bir insan olsa, fazîletli bir insan, erdemli bir insan olsa... Meselâ, Hindistan'da uzun çalışmalar yapıyor; kırkyedi gün mezar gibi bir yere yatırıyorlar, aç durabiliyor, hiç yemek istemiyor... İpi havaya atıp tırmanabiliyor... vs.

Bu yapsa ne olacak?..

******

(Vallàhu lâ yehdil kavmel kâfirîn.) Kâfir oldukta sonra, ne yaparsa yapsın kıymeti yok... Mü'min olacak, Allah'ı bilecek... Demek ki, ilk iş Allah'ı bilmek...

Onun için tasavvufun iki hedefi var diyebiliriz: Bir Allah'ı bilmek; bir de Allah kendisini sevsin diye nefsini ıslah etmek...

Allah'ı bilmeden, Allah kâfire hidayet etmiyor. Dünyada bir yığın insan var, hiç kıymeti yok; çöp gibi, toz duman gibi kıymetsiz... Allah'ı bilecek, bir de nefsini yenip Allah'a güzel kulluk edecek. Bu iki işi işi yapma çalışması tasavvuftur.

Bunlar İslâm'ın içindedir. İslâm'ın dışında oldu mu, olmuyor. İslâm'ın dışında transandantal meditasyon yapıyorlar. Amerikalılar merak ediyor, Hindistan'dan gru getiriyor, Hint fakiri getiyor, onun etrafında toplanıyor; ne söylüyor diye onları taklid etmeğe çalışıyorlar... Hiç bir şey olmaz, hiç bir şey çıkmaz. Biraz atletlerin, jimnastik yapan insanların birtakım çalışmalarla ipte, havada, paralelde, tramplende bir şeyler yapmaları gibi bir şey... Hani bir zıplıyor tramplende, ondan sonra üç defa dönüyor, beş defa bilmem ne yapıyor, yine tepesi üstü suyun içine giriyor. Aferin, mâşaallah... E ne olacak, işte bir hüner elde etmiş oluyor. Grulardan, ve sâireden elde edilen bilgiler de öyle...

Biz dört beş sene önce İsveç'e gittik. Çarşıda gezerken bir zil sesi, bir melodi, bir ahenkli müzik sedası... Baktık, çarşının ortasında tabur haline gelmiş beyler, hanımlar, çocuklar sıralanmışlar üçlü dörtlü bir sıra halinde... Ellerinde ziller, Hint kıyafetlerini giymişler, saçlarını traş etmişler, başları kabak; yalnız bir yerinde bir tutam saç bırakmışlar. Çarşının orasına gidiyorlar, burasına geliyorlar...

Kim bunlar?.. Bunlar İsveçli, aslında hristiyan olan bir topluluk... Hristiyanlıktan tatmin olmamışlar, Hintlilerin krişna dini diye bir dine girmişler. İşte onun reklamı olarak ordan oraya gidiyorlar. Arayış içinde bir şeyler yapıyorlar.

Bunların hiç birisinin Allah indinde değeri, kıymeti yok... Allah'ın varlığını birliğini kabul edecek! Öyle Ay'a, Güneş'e taparak, öküze taparak, timsaha taparak olmaz.

Eski Mısırlıların çeşitli putları vardı. Eski Yunanlıların şarap tanrısı bile var.... Şarap tanrısı Baküs... Harb tanrısı bilmem ne... Ve sâire ve sâire... Hepsi uydurma, kendi akıllarından çıkmış şey... Onlarla olmuyor.

İnsan imanı İslâm'ı iyi bilecek, Kur'an'ı iyi bilecek, Rasûlüllah SAS Efendimiz'i iyi tanıyacak, Rasûlüllah SAS Efendimiz'in hadis-i şeriflerini belleyecek; bilgi tamam... Bilgi yetmiyor, bilgisini uygulayacak.

Bir insan yalan söylemenin günah olduğunu bilse, ama yalan söylese; olmaz. Bildiğini uygulamadı.

Hırsızlık yapmanın kanuna aykırı olduğunu, günah olduğunu bilse, hırsızlık yapsa; olmaz. Bilmek yetmiyor, bildiğini tatlılıkla uygulaması lâzım!..

Bilecek, bilgi Kur'an-ı Kerim'den, hadis-i şeriften geliyor. İlâhi bilgi; Allah'ın bizden istediği nelerdir, yasakladıkları nelerdir?.. Biz nasıl insan olmalıyız, hayatı nasıl geçirmeliyiz?.. Kur'an-ı Kerim'den ve Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden öğreneceğiz.

O halde tasavvufun iki büyük kaynağı var:

1. Kur'an-ı Kerim... Kur'an-ı Kerim'i okuyacaksınız, anlamağa çalışacaksınız, iyi anlatanlardan anlatmasını rica edeceksiniz. "Başka konuşmaları bir kenara bırakalım kardeşim, şu Kur'an-ı Kerim'i anlamaya çalışalım!" diyeceksiniz.

Gazetelerle vaktiniz geçiyor, televizyonlarla vaktiniz geçiyor... Sohbetlerle vaktiniz geçiyor, günlerle vaktiniz geçiyor, pasta börek çörek yapıp yemekle vaktiniz geçiyor.

Allah ne diyor; Kur'an-ı Kerim'den onu iyice öğrenmemiz lâzım!..

2. Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifleri...

Bunların dışında tasavvufun bir kaynağı varsa, tasavvuf bir havuz gibiyse, buraya sular bir Kur'an-ı Kerim'den geliyor; güldür güldür, ter temiz... Bir de Peygamber SAS Efendimiz'in mübarek hadis-i şeriflerinden geliyor.

O da Allah'ın kelâmı... Allah Peygamber Efendimiz'e öğretmiş, öyle söyle demiş, o da Allah'tan... Hadis-i şeriflerin de kaynağı Allah, Kur'an-ı kerim'i de indiren, Rasûlüne bildiren Allah...

Bu iki kaynaktan bu mübarek havuza, bu mâneviyat havuzuna, pırıl pırıl billur gibi sular gelirken, başka kaynaklardan başka sular gelirse pislenir, mikroplanır. Bunlar temiz, ötekiler işi karıştırır.

Şamanizmden etkilenmiş, hinduizmden etkilenmiş, hristiyanlıktan etkilenmiş, yahudilikten etkilenmiş, Neoplutonizmden etkilenmiş... İşte o havuza pis sular akmağa başladı.

..............

Kur'an-ı Kerim'in bize öğrettiği, en mühim işlerden birisi takvâdır. Tasavvufun en mühim konularından birisi takvâdır. Takvâ ne demek, müttakî kul olmak ne demek, takvâ ehli olmak ne demek?..

Takvâ ehli kul olmak demek, sakınarak, çekinerek, düşünerek, taşınarak güzel iş yapmak duygusuna sahip olmak demek... Yâni, gelişigüzel yaşayarak, hiç düşünmeden, hiç çalışmadan, hiç bilgilenmeden gelişigüzel yaşamak değil; "Aman Allah beni sevsin, aman Allah'ın gazabına uğramayayım, aman Allah'ın sevmediği bir durumla düşmeyeyim!" diye korkmak lâzım!..

Bu korku olmayınca, bu takvâ duygusu olmayınca; insan o zaman işte eğlenceyle vaktini geçiriyor, gafletle vaktini geçiriyor, günahla vaktini geçiriyor.

En mühim duygulardan birisi takvâ duygusudur. Allah'tan korkacak; "Allah'ın sevgisini kaybederim, cenneti kaybederim, Allah'ın gazabına uğrarım, cehenneme düşerim." diye korkacak bir insan...

Kur'an-ı Kerim'de en çok öğretilen, tavsiye edilen, sizin de pek çok ayetlerden duyduğunuz bir husus: Takvâ... Bu da işte tasavvufun en mühim konusudur. Hattâ tasavvufa kısaca deniliyor ki: Takvâ yoludur. Tasavvuf ne yoludur?.. Takvâ yoludur. O yolda yürürsen, işte en iyi mutasavvıf olursun! En iyi mutasavvıflar kimlerdir, en takvâlı insanlardır.

Onun için takvâyı öğrenmek ve takvâyı uygulamak lâzım!.. Yâni düşüneceksiniz dâimâ, korkacaksınız, dâimâ korkacaksınız Allah'tan... "Acaba Allah sevmez mi?.. Acaba bu sözü söyleyince Rabbim bana darılır mı?.. Acaba Allah bana gazab eder mi?.." diye devamlı böyle bir korku üzere olacaksınız. (Alâ hazerin) deniliyor, yâni korku üzere... İhtiyatlı, tedbirli, dikkatli, titiz ve itinalı müslüman olmak demek...

(İnnemâ yetekabbelüllàhu minel müttakîn) [Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder.] buyruluyor ayet-i kerimede... İbadetlerin kabul olmasının sebebi de takvâdır. Sen namazı takvâ ile kılarsan kabul olur. Sen zekâtı, sadakayı takvâ ile verirsen kabul olur.

Hazret-i Adem'in iki oğlu varmış, ikisi de kurban kesmiş. Birisinden kabul olmuş, birisinden kabul olmamış. Sebebi Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildiriliyor:

(İnnemâ yetekabbelüllàhu minel müttakîn) "Allah ancak takvâlı kullarınkini kabul eder." Ötekilerinkini kabul etmez. Art niyeti varsa, takvâlı değilse, kalbi karışıksa, bozuksa, niyetinde eksiklik, kusur varsa, kabul etmez.

Onun için tasavvufa bir bakıma diyorlar ki: "Tasavvuf takvâ yoludur. Böyle sakınarak, günahlara düşmemeğe dikkat ederek, sevaplı işleri ihmal etmemeğe, kaçırmamağa dikkat ederek yaşama yoludur." diyorlar. Bunu öğreneceğiz!

Başka ihlâs... İhlâs ne demek?... İnsanın kalbinin tertemiz olması, niyetinin pırıl pırıl güzel olması demektir.

Bir insanın niyeti kötü ise, art niyeti varsa, başka maksadı varsa, o başka maksadını yerine getirmek için entrika çeviriyor da, o arada güzel bir şey yapıyorsa; acaba Allah o güzel şeye o arada bir sevap verir mi?.. Vermez!.. Neden?.. Allah, ihlâslı insanın ibadetini kabul ediyor. İbadette veya bir işi yapmakta ihlâs yoksa, kabul emiyor.

O halde kalbimizi ihlâslı yapacağız, tertemiz yapacağız. Kalbimizde art niyet varsa, kötü maksad varsa, olmaz. Onun için deniliyor ki: İnsanın kalbini temizlemesi lâzım!..

Tabii, bu kalbin temizlenmesi, içeriye hortumu sokup da şarıl şarıl suyla yıkamakla olacak bir şey değil... Zaten oraya hortum sokamayız. İçini istediğin kadar deterjanla, bir şeyle yıkasanbile olmaz.

Zaten kalb, bu yürek dediğimiz et parçası değil ki... Kalb dediğimiz şey gönül... Gönlü temiz olacak. Bunun neresine hortumu sokacağız, neresini temizleyeceğiz?..

Gönlünün temiz olması ne demek insanın?.. Tertemiz duyguları var, kötü duygular yok, herkese karşı iyi niyet besliyor... Hah, işte kalbi o zamen temiz, içinde kötülük yok başkasına karşı... İşte buna ihlâs diyoruz, bu lâzım!...

Onun için, tasavvuf büyükleri bir insanı eline alıyor, terbiye edecek. Bu benim talebem, bu benim müridim, bu benim evlâdım diye bir insanı ele alıyor, onu bir eğitimden geçiriyor. Bu eğitime tasavvufî eğitim diyoruz.

Şimdi herkesin bir eğitimi var... Meselâ, usta çırağını yanına alır, yetiştirir. "Evlâdım çekici şöyle tut,, bak öyle vurma! Öyle yaparsan, çivi yamulur. Bak şöyle yap!.. Bilme ne... Her mesleğin ustası çırağına, bir usülle o mesleğin muntazam yapılmasını öğretir.

Hocaefendi, mürşid efendi, şeyh efendi müridi terbiye edecek. Mürid ne demek?.. İstekli insan demek... Neyi istiyor?..

"--Ben Allah'ın sevgili kulu olmak istiyorum!" diyor.

"--Tamam, ben beni Allah'ın sevgili bir kulu yapma yoluna getireyim, sana Allah'ın sevgili kulu olmayı öğreteyim!" diyor şeyh efendi ona, alıyor ele...

Şeyh efendi müridi ele aldığı zaman, onun içindeki kusurlar nedir bildiğinden, ilkönce onun nefsini terbiye etmeğe çalışıyor, nefsini yenmesini öğretmeğe çalışıyor. Kendi kendisini yenecek...

Çünkü bu dışardan olmaz. Meselâ anne baba çocuğunu iyi yetiştirmek istediği zaman, döğüyor; "Namaza kalk, namazı kıl!.. Okula git, bilmem ne yap!.. Dersini çalış!.." diyor. Döğmekle olmuyor. Biraz büyüdü mü çocuk, bu sefer karşı gelmeğe başlıyor, evden kaçıyor.

Döğmekle olmuyor, insanın kendi içinden olacak... Tabii, onun metodları var... Yâni, istekli olan müridin arzu edilen noktaya, istenilen noktaya gitmesi bir eğitim geçirmesi lâzım!.. Buna da tasavvufta, tarikatta tarikatın eğitimi, tasavvufun eğitimi diyoruz.

Şimdi millet tarikat deyince bir ürküyor, tasavvuftan çok ürkmüyor. Çünkü tasavvuf büyüklerini, hakîkaten büyük insanlar olduklarını kültür tarihinden okumuş. Mevlânâ da mutasavvıf... Haa, o zaman fenâ değil gàliba tasavvuf... Yunus Emre de mutasavvıf...

Ama tarikat deyince, sanki tarikat tasavvuftan ayrı bir şeymiş gibi; "Tarikat mı, tarikatçı mı?.. Allaha ısmarladık!" diyor, kaçıyor. Görünmüyor ortalıkta... Halbuki, Mevlânâ da tarikatçı, Yunus Emre de tarikatçı, Eşrefoğlu Rûmî de tarikatçı, Hacı Bayrâm-ı Velî de tarikatçı, Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri de tarikatçı...

Tarikat ne demek?.. Yol demek... Hacca gidenler bilir, birisi ötekisine, "Açıl, geçeceğim!" demek istediği zaman, "Tarik, tarik, tarik!" diyor. "Yol ver, yol ver, geçeceğim!" demek istiyor.

Tarikat yol demek... Neyin yolu?.. İnsanın nefsini terbiye etmesinin yolu, insanın Allah'ın sevgili kulu olmasının yolu demek... Metod demek yâni... Ne var bunda?.. Sen tasavvufu istiyorsun, ama tarikatı istemiyorsun... Gàyeyi istiyorsun, gàyeye götüren yolu istemiyorsun... İşi beğeniyorsun, metodu kabul etmiyorsun... Olmaz!.. Bir metodla, öyle veya böyle bir metodla yapacaksın.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://gullerinefendisi1.forummum.com
 
MAHMUT ESAD SOHBETİ. 2
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» PROF.MAHMUT ESAD COŞAN.TASAVVUF SOHBETİ.
» 05-05- 2005 SOHBETİ
» 1998 AFYON SOHBETİ.
» HATALAR ÜZERİNE SOHBETİ
» TEVBE HAKKINDA SOHBETİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
GÜLLERİN EFENDİSİNE :: TASAVVUFUN ÖNEMİ-
Buraya geçin: