hareketlı gül | |
VEDA HUTBESİ | |
HADİS | HADİSİ ŞERİF | |
|
yaziciya@hotmail.com |
|
|
| ŞEYTANIN KAPILARI-2 | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
mecnun Admin
Mesaj Sayısı : 515 Kayıt tarihi : 28/03/09 Yaş : 54 Nerden : İSTANBUL / KARTAL
| Konu: ŞEYTANIN KAPILARI-2 Cuma Nis. 10, 2009 2:07 am | |
| 11- Fikir ve görüşte taassup göstermek. Fikir ve görüşte taassup göstermek, fâsıklarda da, salihlerde de görülen yaygın bir yanlışlıktır. Şeytan, insanların ve özellikle müslümanların arasını başka bir yolla açmaktan âciz kaldığı zaman, onları fikir ve görüşlerde taassuba sevk eder ve bu yolla onları bir birinden koparır ve hatta düşman hâline getirir. Çünkü kendi inandığı fikir ve görüşte taassup sahibi olan bir kimse, bunları kendisiyle paylaşmayan kimseleri dalâlette görür ve buna dayanarak onlara karşı husumet ve kin besler. Bu kimse, fikir ihtilâfı sebebiyle müslümanlardan ayrılmayı, onları gıybet edip çekiştirmeyi ve onlara değişik şekillerde zarar vermeyi Allah yanında makbul amellerden sayar. Bu ise, şeytanın ona telkin ettiği bâtıl bir zandan ibarettir.
Bir kere, kendi fikrinin doğru, başkalarının fikrinin yanlış olduğunu söylemek ispat gerektiren bir iddiadır. Bu iddiayı ispat etmeden onu hakikat zannetmek ve ona dayanarak bir sürü haramları işlemek ve hatta bunları helâl saymak dehşetli bir dalâlettir. İkinci olarak kendi fikrinin doğruluğu ispat edilse bile, fikir ve görüş için müslümanlara kin ve düşmanlık beslemek, onlarla kardeşlik bağını koparmak ve onlara zulüm ve haksızlık etmek câiz değildir.
Taassup gütmekte şeytan dürtüsü bulunduğunun en açık bir delili odur ki, taassup sahibi fikirlerini tatlılık ve iknâ yoluyla neşretmeye çalışsa, daha iyi sonuçlar alabildiği hâlde, bu yola girmez; kısır bir yol olan, kalb kırıp günah kazandırmaktan başka bir işe yaramayan ve fakat elhak nefse zevk ve lezzet veren, kırıcılık ve sertlik yolunu tercih eder. Halbuki, muhalif fikirde olanlar müminler değil, kâfirler bile olsalar, onlara karşı uygulanması gereken tebliğ ve irşat yöntemi yumuşaklık ve inandırıcılıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Rabbinin yoluna hikmet ve güzel mev'ize ile davet et ve muhalif olanlarla en güzel bir şekilde mücâdele et." (Nahl, 125) Fiilî cihad ve kavga ise, ancak tecavüz hâlinde olan dış kâfirlere karşı yapılır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah yolunda ancak sizinle savaşanlarla savaşın ve bu sınırı aşmayın." (Bakara, 190) Dahilî kâfirlere gelince, bir ülkede eğer müslümanlar ekseriyette ve dinlerine bağlı şuurlu ve uyanık kimseler ise, bu kâfirler onlara düşmanlık yapmaktan çekinirler. Fakat onlar böyle değillerse, o zaman da kavga onların lehine değil, aleyhine sonuçlanır. Bu sebeple, bunlarla kavga etmeye, kalkışmak, bile bile zararı davet etmek ve kendilerini kendi elleriyle perişan etmektir. Bu da sefihlerin işidir.
Doğru fikirleri neşretmenin en güzel yolu, onları bizzat kendi hayatında ve işlerinde tatbik etmek ve bu suretle bunların güzelliğini ve güzel sonuçlarını gözler önüne sermektir. Sadece laf ile, söz ve tartışma ile doğru fikirleri yaymaya çalışmak, İslâm dininin tasvip ettiği bir yöntem değildir. Allah Teâlâ bu yöntemi kullanmak isteyenleri şu âyetlerle uyarmıştır: "Yapmadığınız şeyleri niye söylüyorsunuz? Yapmadığınız şeyleri söylemeniz, Allah yanında size büyük kızgınlık doğurur." Rivayet edildiğine göre Allah Teâlâ Hz. İsa'ya şunu vahyetmiştir: "Ey insan! Önce kendine va'zet ve va'zını kendin tut. Bunu yaparsan, başkasına da va'zet, Aksi takdirde benden utan."
Mezhep taassubu da bu cümledendir. Bu taassubun sebebi de, doğruya sevdalı olmak ve hakkın güzelliğine âşık olmak değil; halkı kendi etrafında toplamak, bununla şöhret ve itibar kazanmak ve bazı vakıfların gelirlerine el koymak gibi maddî mülâhazalardır.
Mezhepler hak, mezheplere uymak da hak, fakat belli bir mezhep için taassup göstertmek bâtıldır. Çünkü bu taassup, fitne, tefrika ve düşmanlık gibi şeytanî maksatlara hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.
12- Siyasî kavga ve çekişmeleri takip etmek. (Bu, özellikle zamanımızda şeytanın en büyük fitne kapısı hâline gelmiştir. Parti ve siyaset adamlarının söz ve çekişmelerini hiç kaçırmadan günde birkaç kere radyo ve televizyonlardan büyük bir dikkat ve merakla dinleyen günümüzün insanları, zihin ve kalplerini ceviz kabuğunu doldurmayan bu karanlık, nursuz ve bereketsiz dedikodularla doldururlar. Ondan sonra da bunlar üzerinde delilsiz ve ilimsiz yorumlar yapmaya, haklı ve haksız taraflar bulmaya çalışır ve bir tarafı tutup diğer tarafı cerh ve tenkit etmeye ve kendi aralarında kavga ve çekişmeye girişirler. Bu abes meşguliyetle zaman geçer, ömür erir, zihin bulanır, kalb kirlenir, haklıya haksız, haksıza haklı denir, zâlim alkışlanır, mazlum mahkûm edilir. Ve bu günahlar işlenirken, herkes kendi hâlinden memnun ve hasmını mağlup etmenin sevinciyle mağrurdur. Hasan el Basrî'den biraz önce naklettiğimiz şeytan sözü bu insanların hâline ne kadar da uygundur.)
13- Allah Teâlâ’nın mahiyeti üzerinde tefekkür etmek veya söz söylemek. Bu, en tehlikeli iştir. Çünkü beşer ilim ve aklının yeterli olmadığı bu yüceler yücesi, inceler incesi, derinler derini konuda hataya düşmek küfre sebeptir. Bu sebeple Allah Rasûlü (as) ümmetine şu talimatı vermiştir: "Allah Teâlâ’nın zatında tefekkür etmeyin. (O sizin idrâk edemeyeceğiniz kadar büyüktür.) Fakat O'nun nimetlerinde tefekkür edin ve bunlardan dolayı O'na hamd ve şükredin." Bir hadiste de şöyle buyurmuştur: "Şeytan sana gelir ve 'Seni kim yaratmış?’ der. Sen, 'Beni Allah yaratmış.’ dersin. Bu sefer o, Allah'ı kim yaratmış?’ diye sorar. O bunu sorunca, sen ondan yüz çevir ve imanını tazeleyip 'Allah'a ve Rasûlü’ne iman ettim.’ de!" (Müttefekun aleyh)
Allah Teâlâ’nın dini hakkında da yeterli bilgiye sahip olmadan konuşmak câiz değildir. Müslümanların görevi, bilir bilmez bir hâlde dini tefsir etmeye ve yorumlamaya kalkışmak değildir. Onların görevi "müsellemât-ı diniyye" ve "zarurât-ı diniyye" denilen ve herkesin malûmu olan amel ve ibadetleri yapmak, açık olan haram ve yasaklardan kaçmak, bunun yanında, "nazariyyât" denilen, ilim ve ihtisâs gerektiren konulan da âlimlere bırakmaktır. Büyük günahlardan olduğu kesin olan zina etmek ve hırsızlık yapmak bile, ilmi iyice sağlamlaştırmadan helâl ve haram konularında konuşmaktan, dinin hükmü ve görüşü diyerek lafazanlıklar yapmaktan daha ehven günahlardır.
14- Müslümanlar hakkında su-i zan etmek. Bu, Kur’ân'ın açık ifadesiyle haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın çoğu günahtır." (Hucurât, 12) Bu ayet-i kerimede sakınılması emredilen ve günah olduğu bildirilen zan, ortada ispatlayıcı kanıt ve delil yokken, tahmin üzerine müslümanlar hakkında kötü şeyler düşünmektir. Kâfirler hakkında ise su-i zan câizdir ve bazen de vaciptir. Allah Teâlâ, bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Onlara nasıl güvenirsiniz ki, fırsat bulsalar ne size ettikleri yeminlere, ne de verdikleri taahhütlere aldırmazlar. Sizi dilleriyle memnun etmeye çalışırlar, fakat kalpleri buna razı değildir. Onların çoğu fâsık kimselerdir." (Tevbe, Hâl bu iken, kâfirleri bırakıp müslümanlar hakkında su-i zan eden bir kimse, dinin bu konudaki hükmünü alt üst ve ters yüz etmiş olur. Şeytanın vesvese ve dürtüsüyle bir müslüman hakkında su-i zanda bulunan kimse, yine şeytanın tahrik ve dürtmesiyle ona karşı soğuk ve olumsuz bir tavır takınır, onun haklarını çiğner, ona ikramda kusur gösterir, onu kendi gözünde küçük görür ve gıybet yaparak onu başkalarının da gözünden düşürmeye çalışır. Bütün bu davranışlar da helâk edici günahlardır.
Öbür yandan müslümanları kendisi hakkında su-i zan etmeye sevk edip bu helâk edici günahları işlemelerine sebep olmamak için, herkesin de şüphe ve töhmet uyandırıcı hâl ve hareketlerden sakınması vaciptir. Allah Rasûlü (sa), "Şüphe uyandıran durumlardan sakının!" buyurmuş ve bu konuda kendi hayatından bir örnek vermiştir. Eşi Safiyye binti Huyey (ra)'a şöyle anlatmıştır:
"Bir akşam Allah Rasûlü (as) ile birlikte eve giderken, iki sahâbi ile karşılaştık. Bunlar kendisine karşı duydukları şiddetli edep ve saygı ile gözlerini yere dikip selâm verdiler ve geçmek istediler. Fakat Allah Rasûlü (as), onları durdurdu ve kendilerine, 'Bu yanımdaki hanım eşim Safiyye'dir.’ dedi. Onlar, 'Ya Rasûlullah! Senin hakkında bizim aklımıza kötü bir şey gelmez.’ dediler. Allah Rasûlü (as), 'Doğrudur. Fakat şeytan insanların damarında ve kanında dolaşır. Elinizde olmaksızın sizi su-i zanna itmesinden korktum.’ dedi." (Müttefekun aleyh)
İnsanlar, genelde başkalarını kendi nefislerine kıyas ederler. Onun için, en çok su-i zanda bulunanlar fâsık kimselerdir. Bu fâsıklar, kendi niyet ve amellerine kıyas ederek müslümanların iyi amellerini de kötü yorumlar ve altında kötü niyet bulmaya çalışırlar.
Münafıklar ise, yardım etmemekle kalmaz, yardım edenleri de eleştirirlerdi. Çok getirenler için, "Riyakârlık emişler." derler; az getirenlerle de alay ederlerdi. Allah Teâlâ, bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Sadaka verenleri eleştiren ve bulabildiklerini verenlerle alay eden o kimselerle Allah alay eder ve alay etmelerinin cezasını elemli bir azap şeklinde verir." (Tevbe, 79)
Kalpte kötü huylar ve kirli duygular bulunduğu takdirde, şeytanın oraya girmesini önlemek imkânsız hâle gelir. Kötülüklerden arındırılmış bir kalbe girmesini önlemek ise oldukça kolaydır. Bunun için, eûzu ve besmele okumak ve bir zikir yapmak yeterlidir.
O hâlde, öncelikle yapılması gereken şey, kalbi kötü duygu ve sıfatlardan (kibir, hased, hıyânet, hırs, tamah, dünya sevgisi gibi şeylerden) arındırmaktır. Çünkü şeytan aç bir köpek gibidir. İnsanın zaaf ve kusurları ise onun gıdasıdır. O, bu gıdayı bulduğu yere saldırır ve ona ulaşmaya çalışır.
Bu sebeple, İbrahim İbni Edhem'e, "Niçin Allah Teâlâ duâmızı kabul etmiyor?" dediklerinde, o şöyle demiştir: "Siz devamlı surette Allah Teâlâ'yı kızdırıyorsunuz. Bu durumda O sizin duanızı kabul eder mi? Siz, kendisine iman ettiğinizi söylüyorsunuz, fakat O'na itâat etmiyorsunuz; Kur'ân okuyup ne dediğini anlıyorsunuz, fakat anladıklarınızı uygulamıyorsunuz; Allah Rasûlü’ne uyduğunuzu söylüyorsunuz, fakat onun sünnetini bir kenara atıyorsunuz; ahiretin hak olduğunu söylüyorsunuz, fakat onun için hazırlık yapmıyorsunuz; cenneti sevdiğinizi, cehennemden de korktuğunuzu söylüyorsunuz, fakat ne sizi cennete götürecek amelleri işliyor, ne de cehennemden uzaklaştıracak işlerden sakınıyorsunuz."
Zikrin bereketiyle şeytanın uzaklaştırılması, ayrıca şeytanı düşman bilme ve ona karşı düşmanca davranma şartına bağlanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Şeytan size düşmandır. Siz de ona düşman olun!" (Fâtır, 6)
Vehb İbni Münebbih şöyle demiştir: "Sen ahlâk ve amelinle şeytanın dostu iken, dilinle ne diye ona lanet okuyorsun?" | |
| | | | ŞEYTANIN KAPILARI-2 | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |